Nilüfer Şaşmazer

“Gündelik Tanrı” ile “Mistik Devlet”in Peşinde – 2014

1997’de ‘hayali siparişler’ üzerine çalışan bir proje olarak hayata geçirilen Extramücadele, Galeri Non’daki yeni kişisel sergisinde politik içeriği biraz arka plana alarak formların ve arayışın öne çıktığı çalışmalarını sergiliyor.

Bugüne dek sayısız grup sergisinde işleri sergilenen Extramücadele, ikinci kişisel sergisi “Gökyüzünde Tanrı Yok Kuşlar Var” ile 21 Mayıs’a dek Galeri Non’da. Tuvallerin ve buluntu nesnelerden yaratılan heykellerin görülebildiği sergide bir de Ece Canlı’nın ses tasarımı yer alıyor. Sanatçıyla serginin çıkış noktasını ve çalışmalarını nasıl kurguladığını konuştuk.

NŞ: Galeri NON’daki ikinci kişisel serginiz “Gökyüzünde Tanrı Yok Kuşlar Var”, ismini Simurg efsanesinden alıyor. Bu tür efsanevi bir figürü serginize taşımaya nasıl karar verdiniz?

Ex: İncil’deki bir cümle ile diyebilirim. Cümle şöyle: “Kalbi sadelikle, gözü bilgelikle günahtan kurtulan, Tanrı'nın hem güvercini hem yılanı olur”. “Tanrı’nın yılanı” güzel laf.

NŞ: Efsanede Anka kuşları yılanlardan hazzetmezler. Anka kuşu göksel bir varlıkken yılan tanrının diğer organlarını körleştirdiği, cezalandırdığı bir sürüngen. Bu ikiliğin sergide temsil ettikleri neler?

Ex: Geçişken kalabilmek, hayalet olmak, her dünyaya girebilmek… Farklı dünyalardan taş örnekleri toplamak. Bu konuda sözü Birikim dergisinde bir söyleşisine rastladığım Ramin Jahanbegloo’ya bırakacağım: “... Marjinallik –bunu belirtmekte yarar var– ‘ruhtaki bir bölünme’ değildir. Bir kimse aynı ruhun parçası olan iki kültüre sahip olabilir. Bu da demektir ki marjinalleştirilenin dünyası, kültürlerarası bir yaşama karşı çıkmaz. Aksine, eğer marjinalliğin meydan okuyuşunu kabul edersek kültürlerarası yaşam gelişecektir. Kültürlerarası dönüşüm, bireyin marjinallik aşamasından geçmesinin zorunlu olduğunu kabul eder, ki bu durumda marjinallik, bireyin toplumdaki çevre konumudur (peripheral position). Marjinallik izole edilmiş ve korunmasız ve ayrıca baskın bir söylem ya da kültürde kök salabilmek için boşuna debelenen geçici bir kişilik olarak algılanıyor. Ancak tam tersine, kültürel olarak marjinalleşmek, iki veya daha fazla kültürel geleneğe maruz kalarak şekillenen bir kimsenin deneyimlerini betimlemektedir. Karşılaştığı kültürlerden ona ya da buna genellikle tam uymayan bu kimse, her ikisiyle de arasına eleştirel bir mesafe koyarak kenarda, her ikisinin de marjininde kendine rahat bir yer bulabilir. Bu kültürlerarası aradalık, farklı kültürel gelenekler arasında kolayca ve güçlü bir şekilde yer değiştirebilen, her birinde gereğine uygun hareketlerde bulunabildiği gibi bu kültürlerin her birinde kendini evinde hissedebilen bir tür yapıcı marjinalliğe işaret eder…” (Kaynak: http://www.birikimdergisi.com/birikim/makale.aspx?mid=914)

NŞ: Anka kuşu ve yılan ikiliğini bir de Fuzuli ve Orwell üzerinden kuruyorsunuz. Bu bağlantı nerede kuruluyor?

Ex: Akıl ve kalp üzerinden deyip sessiz kalayım.

NŞ: Extramücadele, 2013’te web sitesinde “Intramücadele”ye dair bir metin yayınladı. Kısa metin şöyle bitiyordu: “Ne yazık ki insan denen mahlûk, tam bilgiyi elde edecek teşekküle sahip değil. Belki de mücadele dışarıda değil içeride yapılmalı”. Türkiye’nin kolektif bilinçaltının minimal bir görsellik ve mizahla yansıtıldığı işlerden bu daha ‘içsel’ işlere geçiş aşaması nasıl gerçekleşti? Bu metin/sergi Extramücadele’nin genel çizgisinde bir kırılma noktası mı yoksa sadece bu sergide karşımıza çıkan, yaşanan belirli bir dönemin etkilerinin görüldüğü bir durum mu?

Ex: İstersen bu söyleşi alıntılarla ilerlesin. Ponge, Sartre ve Jung'un cümlelerini bazen değiştirerek bazen aynen alarak kendime anlatmaya çalışmıştım bu süreci. Biraz da kendim anlayabilmek için: “Paranoyak (intramücadele), egosundan onu rahatsız eden duygulanımları atarken, nevrotik (extramücadele), dış dünyayı kendi içine çeker, yutar ve dış dünyayı kendi bilinçdışı fantezilerinin nesnesi haline getirir. İntramücadele yansıtırken, Extramücadele içselleştirir. İntramücadele’nin yansıtması bir sertleşme, katılaştırma süreciyken, Extramücadele’nin içselleştirmesi bir sulandırma, yumuşatma, hafifleştirme sürecidir”. Biraz karışık fakat sanırım buna benzer bir şey bir süredir yapmaya çalıştığım. Belki.

NŞ: Serginin çıkış noktası bireysel gibi duran mistik, mitik göndermeli işlerin yanı sıra, alışık olduğumuz eleştirel işleriniz de yer alıyor: “Başçatal”, “Biz Hep Seyrettik”, “Boktan Bir Devlet Rüyası” gibi… Tanrıyı/kendini aramak gibi evreni ve kendini anlamlandırma çabasına ait bir tema ile gündelik politik dertler arasında nasıl bir ilişki kuruluyor?

Ex: Gündelik Tanrı’yı ve mistik devleti aramak diyelim. Bu defa aynen alıntılıyorum, Italo Calvino’dan: “Biz canlıların cehennemi gelecekte var olacak bir şey değil, eğer bir cehennem varsa, burada, çoktan aramızda; her gün içinde yaşadığımız, birlikte, yan yana durarak yarattığımız cehennem. İki yolu var acı çekmemenin: Birincisi pek çok kişiye kolay gelir: Cehennemi kabullenmek ve onu görmeyecek kadar onunla bütünleşmek. İkinci yol riskli: Sürekli bir dikkat ve eğitim istiyor; cehennemin ortasında cehennem olmayan kim ve ne var, onu aramak ve bulduğunda tanımayı bilmek, onu yaşatmak, ona fırsat vermek.”

NŞ: Sergide Doğu’ya ait birçok motif kullanılmış, bu sizin için yeni bir durum mu?

Ex: Bu sıralar süsleme ile ilgileniyorum. Motiflerin tedavi edici etkisini seviyorum. Formu anlamı belirler. Anlamını bilmeden çizmeyi özlemişim. Elimden geldiğince bilince başvurmadan öylesine akmasını istedim. Sergideki resimleri tasarlamadan yapmaya çalıştım. Severek, yavaştan alarak, belki bazen önemsemeyerek. Ben neysem o olsun istedim.

NŞ: Sergi teknik olarak da iki bölüme ayrılabilir; bir tuvaller bir de elinizde bulunan nesnelerle yarattığınız heykeller var. Bu hazır/dönüştürülen nesneler size geleneksel malzemenin vermediği neyi veriyor? Özellikle takıntılı olduğunuz malzemeler var mı? Örneğin gözlük camları sıkça karşımıza çıkıyor.

Ex: Eşyaların ifade ettiklerinden farklı anlamları olan bir dünya. Eşyaların öte dünyası. Kuş olmaktan yılan olmaya veya tersi. Üretim aşamasında yetenekli insan, demir ustası Azat Demirer’in çok yardımı oldu. Azat Bey’in atölyesinde doğdular. O olmasa bu sergi de olmazdı. Gözlük camlarına gelince aklımda hep şöyle bir cümle vardı onlarla cebelleşirken: “Bana değil benim içimden öteye bak”. Işığın nesnenin ve canlının üzerine gelmesi değil de onun içinden geçmesi. Böyle bir cümle okumuştum Marshall McLuhan’ın kitabı “Gutenberg Galaksisi”nde. Yani “Benim yaptığıma değil de yaptığım vasıtasıyla öteye bakın” demek ister gibi.

NŞ: Extramücadele fotoğraf, şekil, işaret ve yazıyı birleştiren bir platformdu, bu sergide buna ses de katılıyor. Tasarımı Ece Canlı tarafından yapılan ses enstalasyonları, daha önce işlerinizde olmayan ne ekledi?

Ex: 2013 tarihli “Gül Bahçesi” isimli kısa animasyon filmin ses tasarımını sadece vokal kullanarak Ece Canlı yapmıştı. O film sayesinde tanıştık. Ece yetenekli biri, sergiyi ona emanet ettim o da ruh üfledi havaya, NON’a. Ece’nin ses tasarımı sergideki her şeyi birbirine bağladı.